Sayın
Rainer Hermann
Islamwissenschaftler und Journalist
Frankfurter Allgemeine Zeitung
Sayın Rainer Hermann,
6 Temmuz 2016 tarihli FAZ'teki (Frankfurter Allgemeine Zeitung) "Ne mutlu Türküm diyene" başlıklı makalenizle, ne yazık ki biz Türklere karşı, Max Weber'in tanımladığı sorumluluk etiğine aykırı bir davranışta bulundunuz.
Bu gibi davranışlar önyargılı gazetecilere özgü davranışlardır.
Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı olarak, sizden ricam, Kemalizm ile İslamizm'i birbirine karıştırmamanızdır.
Eğer siz anti Kemalist Erdoğan'a kızdıysanız, niçin Atatürk'ü suçluyorsunuz hatta karalıyorsunuz?
Lütfen, bizzat kaleme aldığım "ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ" ve "ATATÜRK VE DİKTATÖRLÜK" başlıklı yazılarımı okuyunuz!
Okuyunuz ki, gelecekte gazeteciliğin gerektirdiği objektifliğe dönesiniz…
ATATÜRK'ÜN MİLLİYETÇİLİK İLKESİ
Türkiye’nin kurtuluşu gerçekleşip, Lozan Barış Antlaşması yapıldıktan ve yeni doğan Türkiye Devleti’nin "Misak-ı Millî=Ulusal And" ile saptanan sınırlarıyla birlikte uluslararası tanınmasından sonra, gazeteciler Mustafa Kemal’e: „hedefinize ulaştınız mı?“ diye bir soru yöneltirler. Yanıt kısaca şudur: „ En önemlisi asıl şimdi başlıyor“. Türkiye’nin kurtarılması, elbetteki, devlet olabilmesinin asıl temelini oluşturmaktadır; ancak, çağdaş uluslar arasında yer alabilmesinin sağlanması „Kemalizm=Atatürkçülük“ kavramına anlam kazandıran asıl sonuç olmuştur. Bu da, askerî başarıdan sonra Kemalist ilkelerin temelini oluşturduğu olağanüstü kapsamlı bir spektrum üzerinde gerçekleştirilen ve yükseltilen Türk devrimidir. Atatürk ilkeleri programı, Mustafa Kemal’in başlattığı hareketin başlarında O’nun asıl ülküsü olmuştur. O, kurtuluştan kuruluşa giden yolu bu ilkelere göre çizmiştir. Altı ilkenin ancak 1937‘de Anayasa’ya girmiş olması, Kemalizm‘in bir doktriner sistem ya da irrasyonel temele dayanan bir inanç sistemi değil, pragmatik bir düşünce sistemi olduğunun kanıtıdır. Kanımızca, bu ilkeler kronolojik bir sıraya göre değil sistematik bir sıraya göre dikkate alınarak değerlendirilmelidir: Ulusçuluk, Halkçılık, Cumhuriyetçilik, Laiklik, Devletçilik, Devrimcilik.
Mustafa Kemal’in yaşamında en geniş yer tutan ilke, bize göre, Ulusçuluktur.
Bugün, Almanların ırkçı siyasetinden dolayı çeşitli Batı ülkelerinde, ama özellikle de günümüz Almanyasında – bilinen nedenlerden dolayı - bazı çekimser tavırlara neden olan Ulusçuluk kavramı, Atatürk Türkiyesi için şu anlamlara gelmektedir: - Çok uluslu bir Osmanlı Imparatorluğundan vazgeçme (hem de özellikle 1.Dünya Savaşının galibi Batılı itilaf devletlerinin etki alanları ve kolonial siyaset güttükleri yıllarda) - Panturanizm ve Panislamizm fikrinden vazgeçme - „Ulusal Dikdörtgen“ içinde (bugünkü Türkiye’nin haritası) ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık. Bu konuda, Mustafa Kemal’in haklı gerekçesi şudur: „çünkü bugün dünya ulusları sadece bir egemenlik türü tanıyor, o da ulusal egemenliktir.“ - Ulus devlet olma, yurttaşlık kavramının gerçekleştirilmesi ve ümmetliği reddetme - Bizzat kendisinin „Ne mutlu Türküm diyene“ özdeyişiyle, yeni devletin yurttaşlarında yeni bir kendine güven ve ulusal değer bilinci uyandırma - Saldırganlığı ve yayılmacılığı asla hedef edinmeyen ve dünya yüzündeki tüm uluslarla barış içerisinde, kardeşce yaşamayı ilke edinen, yeni bir yurtseverlik duygusunun başarılması - Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin ne ırka, ne de dine, ancak kültüre dayandırılması - Imparatorluktan kalan tüm etnik gruplara eşit haklarla birarada barış içerisinde yaşama olanağının sağlanmasıdır. Mustafa Kemal’in Ulusçuluk ilkesi ve anlayışı yine O’nun tanımıyla şu formülde aranmalıdır: "Yurtta barış, dünyada barış"...
Dursun ATILGAN
Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu
Genel Başkanı
ATATÜRK VE DİKTATÖRLÜK..!
Dursun ATILGAN
Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu
Genel Başkanı
Çanakkale’yi geçilmez kılarak Türklerin Diriliş Destanı‘nı yazan, Millî Mücadele’nin Önderi, Türk Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı’nın Baş Komutanı, Türk Devrimi’nin tasarımcısı ve öncüsü MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ü diktatörlükle suçlayan ya da Faşizm‘in ve Nazizm‘in kurucuları cellat diktatörlerle eş tutma aymazlığı gösteren Stefan Ihrig gibi ön yargılı kimselerle, cehaletin temsilcilerine yanıtımız şudur:
1. Atatürk’ün bizzat kendi el yazısıyla yazdığı „Medenî Bilgiler“ başlıklı kitapta, „Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir“ biçiminde tanımladığı Türk Milleti’nin hiç bir ferdi, Atası’na diktatör yakıştırması yapmamıştır. Her zaman O’nun öncülüğünde gerçekleştirilen Türk Devrimi’ne ve O’nun ilkelerine sahip çıkmış, savunmuş ve Atatürkçü Düşünce Sistemini bir bayrak gibi kuşaktan kuşağa devretmeyi kutsal bir görev bilmiştir.
(Nasıl olur da bir „diktatör“ milletinin olağanüstü sevgisini ve saygısını kazanmış olabilir? 20. Yüzyılın yüzakı ve 21. yüzyılın öncüsü olarak derin saygı görür?)
2. Atatürk’ün kurtardığı ve kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, Milletler Cemiyeti’ne üye olmak için kendisi baş vurmamıştır. Kurucu üyeler 1932’de Türkiye Cumhuriyeti’ni, üye olması için, geçerli kuralların ve eğilimlerin aksine, merasimle davet etmişlerdir.
(Bir“ diktatörün“ ülkesine bu denli saygı gösterilir ve bu denli önem verilir mi?)
3. Atatürk'ün doğumunun 100. yılına rastlayan 1981 yılının, tüm dünyada "Atatürk'ü Anma Yılı" ilân edilmesi için, 1979'da UNESCO Genel Kuruluna katılan, aralarında Batılı ülke temsilcilerinin tümünün hazır bulunduğu, 156 ülke temsilcisinin oybirliği ile kabûl edilen şu tarihî kararı anımsatalım:
"MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
- uluslararası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişidir,
- olağanüstü bir devrimcidir,
- sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk liderdir,
- insan haklarına saygılıdır,
- dünya barışının öncüsüdür,
- insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz bir devlet adamıdır,
- Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusudur…"
(Bir „diktatör“ UNESCO’nun bu tanımına lâyık olabilir mi?)
4. 1920’li ve 1930’lu yıllarda İtalya’da Faşizm, Almanya’da Nazizm, Sovyetler Biriliği’nde ise Komünizm gibi totaliter rejimler güç ve yaşam alanı bularak, dünya barışına son verirken, Yahudi kökenli birçok Batı’lı bilim adamı, siyasetçi, müzisyen, sanatçı, Hitler’in Nazi diktatoryasından kaçarak, ATATÜRK’ün TÜRKİYESİ’nde kurtuluş ve özgürlük bulmuştur.
(Nazi diktatörlüğünün hüküm sürdüğü bir ülkeden kaçan insanlar nasıl olur da bir başka „diktatörün“ ülkesini yurt olarak seçerler ve bu ülkenin yurttaşı olmaktan gurur ve onur duyarlar?)
5. Unutulmamalıdır ki, Atatürk, kendisine diktatör yakıştırması yapmak isteyenlere şu yanıtı vermiştir: „Diktatörlük başka, bambaşka bir şeydir. Batı, Türkiye’yi de, Türkiye’de olup bitenleri de daha kavrayamadı. Türkiye’nin özelliklerini bilmiyorlar. Bilseler (İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar) topraklarımıza tecavüz etmez, Fransızlar Çukurova’ya girmez, Yunanlıları İzmir’e çıkarmaz, Ankara’ya kadar yollamazlardı.
Milletimiz beni bir hizmetim geçtiği için bir aile büyüğü olarak görüyor ve sayıyor. Biz Türklerde aile büyüğü çok önemlidir. Benim gücüm işte budur. Gördüğüm sevgiyi, saygıyı, bazı şaşkınlar diktatörlük olarak yorumluyor. Buna canımın sıkıldığını itiraf etmeliyim. Eskiden beri düşündüğüm yenilikler var. Bunları birçok insanla paylaşıyorum. Uzlaşırsak uygulamaya geçiriyoruz. Bütün devrimler kanunla, yani hükümetin rızası ve Meclisin onayı ile yapılıyor. Birdenbire de yapmıyoruz. Usul usul ilerliyoruz. Arada zaman bırakıyoruz. Diktatör olsam Terakkiperver Cumhuriyet Partisi kurulabilir miydi? Meclis, Anayasa için yararlı gördüğüm iki maddeyi reddedebilir miydi? Alfabe devrimi için İsmet Paşa’yı ikna etmek ve Meclis çoğunluğunu kazanmak için üç yıldır bekliyorum. Diktatör olsam „bu olacak“ derdim, olurdu. Bizdeki tek parti faşist ya da komünist partilere benzemez. Onlar gibi seçmeci, birörnekçi, tektipçi değiliz. Herkes üye olabilir. Bu yüzden partide saltanatçılık dışında her türlü düşüncenin temsilcileri var. Bir diktatörün partisi böyle olur mu? Anayasamız birden çok parti kurulmasına elverişlidir. Mussolini gibi demokrasi aleyhinde hiç konuşmadım. Tam tersine idealimizin demokrasi olduğunu her fırsatta hepimiz söylüyoruz. Üniformalı, silahlı, sopalı gençlik kollarımız yok; geniş bir polis örgütümüz de yok. İzmir suikastını bile motorcu Şevki’nin ihbarı ile öğrendik; ikincisi, rastlantı eseri ortaya çıktı. Milli Mücadele başladığından beri seçimsiz, kurulsuz, bir başıma hiç bir iş yapmadım. Hep seçilerek, seçilmiş kurullar ve Meclisle çalıştım. Millî Mücadeleyi Meclis’le, sıkıyönetimsiz ve sansürsüz yürüttüm. Diktatörlerin kendilerine göre orduları olur. Bizim Ordumuz Halkın, Cumhuriyetin Ordusudur. Şimdi Cumhuriyeti ve Çağdaşlığı korumak için dinin sömürülmesine fırsat ve izin vermiyoruz. Bu dikta mıdır? Dinin sömürülmesine fırsat verildiği anda, ortalık tarikatlar, cemaatler, gizli medreseler, cinci hocalar ile doluverir. Hurafelere yeni hurafeler eklenir. Türbeler dolup taşar. Ümmetçilik hortlar. Dinciler toplumu baskı altına alırlar. Milli devleti örselerler. Zorlukla sağlamaya çalıştığımız birlik bölünür. Biz toplumu, dayanışma, bütünlük ve barış içinde tutmaya çalışıyoruz. Arzumuz, uygarlığa ve demokratik Cumhuriyete yürümektir.„
6. Atatürk, demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan kadının özgürlüğünü ve eşitliğini yasal olarak gerçekleştirmiş; her ferdin kendi aklını ve iradesini - kerâmeti kendinden menkûl kişilere devretmeden - kendisinin kullanmasını sağlamış, yurttaşlarımızı kula kul olmaktan kurtarmıştır.
(„Diktatör“ olan bir kimse nasıl olur da bu hakları sağlar?)
7. "Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir" ve "İrade ve egemenlik milletin tümüne aittir ve ait olmalıdır. Bir ulusu oluşturan bireylerin o ulus içinde her çeşit özgürlüğü, yaşama özgürlüğü, çalışma özgürlüğü, düşünce ve vicdan özgürlüğü güven altında bulunmalıdır" diyerek, özgürlük düşüncesini topluma yaymak için büyük gayret göstermiştir.
(Bir "diktatör" özgürlük ve demokrasinin ne olduğunu bilmeyen bir halka, bu değerleri öğretmek için çaba sarfeder mi?)
8. Yargı bağımsızlığını savunarak "Yargısı bağımsız olmayan bir devletin kendi bağımsızlığı tartışılır" diyordu Atatürk.
(Böyle bir düşüncenin bir "diktatör" tarafından savunulması mümkün müdür?)
Dünya tarihinin emsâl gösteremediği Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve cumhuriyetçi demokrasiye giden yolu açan, önder ve örnek bir devlet adamıdır. O, Türk Milleti‘nin onur ve gurur kaynağıdır. Ulus devlet, cumhuriyet, demokrasi, özgürlük, bağımsızlık, yurtta ve dünyada barış, lâik devlet, hukuk devleti ve kadın hakları konusu Atatürk’ün başarısının anahtarlarıdır.
Türkiye’nin olmazsa olmazı, çağdaşlığın ilkelerini, devrimin sürekliliğini, geleceğin öncülüğünü ve aydınlanmayı içeren Atatürkçü Düşünce Sistemidir.
Dünya barışı için değil de, uluslar arasına kin ve nefret tohumu ekmek için çalışan dolma-kalemli yazar bozuntularına, Atatürk’e yaptıkları iftira, ihanet ve suçlama kampanyalarını yürütenlere, dünya kamuoyunu yanıltmaya çalışanlara şunu da özellikle anımsatmayı bir görev sayıyoruz:
„Yurtta barış, dünyada barış“ isteyen; „Bir ulusun yaşamı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir“ diyen ve Türkiye’nin bulunduğu bölgedeki komşu devletlerle dostluk ve işbirliği paktları kuran bir büyük devlet adamı olan ATATÜRK’ü, soykırımcı cellatlarla, diktatörlerle mukayese edenlerin söyledikleri ve yazdıkları bilime, gerçeklere ve insanlığa ihanettir…
Dursun ATILGAN
Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu
Genel Başkanı
NOT: Şunu da ekleyelim ki, Venizelos Atatürk'ü 1934'te Nobel Barış Ödülü için aday göstermiştir…
|