ARAP LAWRENCE'TEN GÜNÜMÜZE
I. Dünya Savaşı'nda Arapları birleştirerek Osmanlı'ya karşı ayaklandıran Batı, bugün özellikle Irak ve Suriye örneğinde olduğu gibi, ulusal bilinç kazanamamış olan Arapları bölmek ve sömürmek için, ambalajı yaldızlı ve kulağa hoş gelen, ama içeriği korkunç iç savaşlarla dolu olan, açıkçası insanlığı bitiren, ama kendisine müdahale fırsatı doğuran bir "Arap Baharı" siyaseti izledi, izliyor…
Belleklerimizi yoklayalım: Birinci Dünya Savaşı sırasında Arapları Osmanlı'ya karşı ayaklanmaya teşvik eden Thomas Edward Lawrence (1888-1935) bir İngiliz casusuydu. Aslında arkeolog olan bu kişi, daha sonra subay ve yazar olmuştu. Arapça'yı iyi bilen ve Arabistan, Filistin, Suriye, ve Mısır'da araştırmalar yapmış olan bir ajandı.
İngilizler Lawrence'i Mısır'daki ordusunun istihbarat subaylığına tayin ettikten sonra, Lawrence, öncelikle Mekke Şerifi Hüseyin ile ilişki kurarak, onu İngiliz altınıyla satın almış, "Büyük Arabistan Krallığı" sözünü vererek de, Osmanlı'ya karşı kullanmayı asıl hedef olarak belirlemişti. Bu hedefe ulaşmak için, Arapların kabile ve mezhep kavgasını bir tarafa bırakarak, Araplık şemsiyesi altında birleşmelerini ve kurtulmalarını öğütlemiş, bunun yaygın biçimde propagandasını yapmış ve etkili olmuştu.
İngiltere ve Fransa I. Dünya Savaşı'ndan galip çıkınca, İngiltere hükümeti, Lawrence'in Mekke Şerifi Hüseyin'e verdiği sözleri yerine getirdi ve Şerif Hüseyin'in oğullarından Faysal'ı Irak Krallığına Abdullah'ı ise Ürdün Emirliğine tayin etti.
Lawrence daha sonra Hindistan'da, Çin'de, Afganistan'da da karışıklık ve ayaklanmalar başlatmak için çalışmıştır. Bir de şunu özellikle bilmek gerekir ki, Lawrence'in 1930'daki sonuncu Ağrı isyanında parmağı olduğu ve büyük bir Kürt isyanı organize etmek için çalıştığı bir başka gerçektir.
Batı, dün Osmanlı'yı arkasından hançerlemek için Arapları "birleştirelim ve buyruğumuza girin" siyasetiyle organize ederken, bugün "bölelim ki, daha kolay sömürelim" siyaseti gütmektedir.
Bu da Batı'nın bağımsızlık, özgürlük, demokrasi, insan hakları isteklerinin sadece kendi halkları için olduğunu farketmeye yeter. Bunun böyle olduğunu görmemek ve anlamamak en hafif deyişle safdillik olur…
Kan ve gözyaşının suladığı Ortadoğu'ya endişeyle baktıkça, insanın aklına şu sorular geliyor:
Birleşmiş Milletler (BM), Nisan 1945'te, II. Dünya Savaşı'nın sona erdirilmekte olduğu anlaşılınca, ABD Başkanı Roosevelt ile İngiltere Başbakanı Churchill arasında varılan anlaşmadan sonra kurulmuştu. Bunun nedeni, I. Dünya Savaşı sonunda kurulan Milletler Cemiyeti, II. Dünya Savaşı'nın patlak vermesinde ve 60 milyon insanın yaşamını yitirmesinde etkisiz kaldığı için, yeni bir oluşuma gereksinim vardı. İşte bunu düşünen "Batı'nın büyüklerinden ikisi", BM'yi, gelecek kuşakları savaşların korkunç tahribatından korumak ve dünya barışını gerçekleştirmek amacıyla kurmamışlar mıydı..? Ön çalışmalar yapıldıktan sonra da, 50 devlet tarafından imza edilen BM Anayasası, 24 Ekim 1945'te, ABD, Büyük Britanya, Çin Cumhuriyeti (Çin Halk Cumhuriyeti 21 Ekim 1971'de üye olduktan sonra Çin Cumhuriyeti'nin üyeliği düşmüştür) , Sovyetler Birliği ve Fransa tarafından imzalanarak, resmen yürürlüğe girmemiş miydi?
(Öncelikle bugünkü iktidar sahiplerinin öğrenmesi için şunu vurgulamak gerekiyor: Türkiye, kurucu üye olmak için BM'ye davet edilen tek ülkedir.)
Batı diye nitelediğimiz ABD, İngiltere ve Fransa'nın yazılı ya da yazılı olmayan ulusal anayasalarında insan onuru en ön planda tutulmasına rağmen (hatta Almanya Anayasası'nın
1. maddesi de insan onuru ve insan hakları başlığını taşır), bu incelik diğer ülke insanları için pek dikkate alınmaz.
BM'nin gözünün içine baka baka, Irak örneğinde olduğu gibi, BM kararı olmadan, olmadık yalanlarla kendi çıkarları için engel gördükleri ülkelere dışardan müdahale ederek ve iç karışıklıklar çıkartarak, kan ve gözyaşına boğarlar. Hem de işbirlikçiler bularak…
İşte son örnek Suriye. Terör örgütlerini silahlandırarak ve halkı kendi topraklarını terketmeye mecbur bırakarak…
Dedik ya, dün "birleşin" siyaseti güderek, kurtarıcı rolü oynayanlar, bugün "bölünün" siyasetiyle daha kolayca yönetme ve sömürme siyaseti gütmektedirler. Bunu yaparken de, hem BM Anayasası'nda hem de ulusal anayasalarında öngörülmüş olan insan onurunu ve insan haklarını hiçe sayarak…
İnsanı acı acı düşündüren ve derin üzüntülere sevkeden bir başka gerçek de, uygarlık geliştikçe savaşların artması ve aynı oranda insanlığın yok edilmesidir…
Dursun ATILGAN
Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu
Genel Başkanı |