20. YÜZYILIN, NAMİBYA'da HEREROLARA KARŞI İLK SOYKIRIMINI ve II. DÜNYA SAVAŞINDA DA YAHUDİLERE KARŞI İKİNCİ SOYKIRIMI YAPANLAR, KENDİLERİNE YANDAŞ ÜLKE ARIYORLAR GALİBA…
Bugün, 2 Haziran 2016, Federal Alman Meclisi, 1915'teki tehcir olayını "soykırım" olarak nitelemek üzere bir karar alarak, Türk-Alman dostluğuna büyük bir darbe vurdu.
Bu karar, ne yazık ki, koyu bir ön yargılı taraflılığın ürünüdür. Sayısız belgeler ve yayınlar spektrumuna rağmen, olaylar Alman Halkına sadece Ermeni görüşlerini yansıtır bir biçimde sunulmuştur.
Türkiye'nin Doğusundan Ermenilerin başka yerleşim bölgelerine tehcir ettirilmeleri gereği niçin doğmuştu, görmezlikten gelinmiştir.
Tehcir şunun için gerekli görülmüştür: Silahlanmış Ermeni isyancılar, Rus ordularıyla işbirliği yaparak, Osmanlı ordusuna karşı savaşmışlardır. İstilacılarla birlikte, Doğu Anadolu'da müslüman halkı katletmişlerdir.
Söz konusu edilen tehcir, en az 4 cephede savaşmak zorunda kalmış olan Osmanlı İmparatorluğu'nun bir tepkisidir.
Konuyu iyi anlayabilmek için, biraz ayrıntıya girelim:
Bu olaylarla ilgili olarak Batı'ya ulaşan bilgiler Ermeni kaynaklı olup, Amerikan Büyükelçisi Mogenthau gibi Ermeni dostları tarafından verilmiştir. Bu kimseler Rus-Ermeni baskınına maruz kalmış olan Müslüman halkın daha da büyük acılara katlandıklarını ya bilmiyor ya da bilmezden geliyorlardı.
Batı parlâmentolarının büyük çoğunluğunun "Ermeni Soykırımı" konusundaki tepkileri, İngiliz parlâmentosunun yayınladığı "Mavi Kitaplar" serîsinden olan ve James Bryce ile Arnold Toynbee'nin "Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1915,1916'da Ermenilere Yapılan Muamele" başlığıyla kaleme aldıkları Mavi Kitap'tan kaynaklanmaktadır.
Bu kitap 1916'da basılmış olup, soykırım iddiası için kaynak gösterilmektedir. Elbetteki konuya ilişkin olarak şu gerçeğin bilinmesi zorunludur: Arnold Toynbee bu "Mavi Kitap"la ilgili olarak, kendisinin 1922'de çıkan " Yunanistan ve Türkiye'de Batı Sorunu " kitabının 50. Sayfasında, propaganda olarak niteliyor ; bu kitabın uydurulmuş ve tahrif edilmiş belgelere dayandırıldığını ve İngiltere'nin savaş propagandası için kullandığı bir mekân olan, Wellington House tarafından basıldığını yazıyor.
Yazar, 2000 yılında yeniden basılmış olan kitabın arka sayfasında "Birleşik Krallık hükümeti, bugün 'Ermeni soykırımını' tanımayı reddetmekte, kanıtlayıcı belgelerin yetersizliğinden ve 85 yıl önceki olayların araştırılıp, incelenmesi konusunun kendi sorumluluğunda olmadığını ve bu yönde bir açıklama yapmayı gerekli görmediğini bildirmektedir" diyor.
Daha da kanıtlayıcı olan, Osmanlı arşivlerindeki belgelerin "Ermeni soykırımı" iddiasını çürütmekte olduğudur. Bu belgeler, iddiaların aksine, 500.000 Türk ve Müslümanın Ermeni askerî birliklerinin ve gerillasının kurbanı olduklarını kanıtlamaktadır.
Ermenilerin hedefi, Doğu Anadolu'da Ermeni nüfusunun çoğunlukta olduğunu kanıtlamak için, etnik bir temizlik yapmaktır. ( Ermenilerin çoğunluğunun ikâmet ettiği Doğu Anadolu'nun bazı bölgelerindeki Ermeni nüfusu bile, tüm nüfusun ancak beşte biri kadardı. Dolayısıyla, amaçladıkları hedefin gerçeklerle ilgisi yoktu).
Kısacası: İsyancı elebaşılardan Boghos Nubar, 30 Ocak 1919'da "The Times of London"'a açıkça yazdığı bir mektupta, Ermenilerin 200.000 kişilik bir kuvvetle "fiilen savaşmakta" olduğunu itiraf etmiştir. (Boghos Nubar bu durumu defalarca doğrulamıştır). 1923'te Ermenistan Başbakanı Hovannes Katschanouni "1914'ün sonbaharında gönüllü Ermeni birlikleri oluşturularak, Türklere karşı savaştırılmışlardır" diyor. Onlar artık "Boğazın Hasta Adamına" karşı savaş açmışlardı. Yani bir ülkeye karşı savaşıyorladı, o ülke ki, aynı zamanda, 6 yüzyıldan beri refah içinde yurttaş olarak yaşadıkları ülkeydi.
Rusya'nın Doğu Anadolu'daki saldırısını yoğunlaştırmasıyla, Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğunun bu düşmanıyla işbirliğini dramatik bir biçimde arttırmışlardır. Ermeni terör örgütleri Osmanlı ordusunun ikmâl hattını kesmiş ve artçı birlikler için ciddî bir tehlike oluşturmuşlardır.
Sabırsızlıkla Rus ordusununun ilerlemesini bekleyen Ermeni çeteleri, Van vilayetindeki Türkleri katletmişlerdir. Ermeni-Ameríkan gazetelerinden "Goşnak" 24 Mayıs 1915'de övünerek şu haberi veriyordu: "Van'da sadece 1.500 Türk kaldı. Gerisi hep katledildi."
Bunun üzerine Osmanlı İmparatorluğu'nun cevabı, Rus işgâlinin hedefindeki bölgede ve Osmanlı İmparatorluğu'nun ülkeyi savunması konusunda tehlike oluşturabilecek kara parçalarında yaşayan Ermeni vatandaşlarının, imparatorluğun başka bölgelerine tehcir ettitilerek, iskânları olmuştur.
Tehcir elbette olaysız ve kolay olmamıştır, çok sayıda insan yaşamını yitirmiştir. Burada şu özel durumların gözönünde bulundurulması gerekir: savaş atmosferi, kendi yaşadıkları ülkeyi sırtından hançerleyenlerin sebebiyet verdiği birikmiş öfke, maksada uygun araç ve gereçlerin eksikliği ve refakat birliklerinin deneyimsizliği…
Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu yaşam tehlikesine rağmen, iskânın gerçekleştirilmesi sırasında, sistematik bir öldürme ya da tahrip için en ufak bir niyet söz konusu olmamıştır.
(Ama, Almanların (Güneybatı Afrika'daki bugünkü adıyla Namibya halkından) Hererolara İngilizlerin (Güney Afrika'daki) Burenlere, Amerikalıların son Kızılderililere yaptığı muamele başka türlüydü (yani sistematik kıyımdı).
İddiaların aksine, valiler, subaylar ve diğer memurlara, iskân planının kusursuz bir biçimde uygulanması için verilen emirlerle ilgili belgelerin bulunduğu Osmanlı arşivleri, uzun bir zamandan beri kayıtsız şartsız araştırmalar için herkese açıktır (Ermenilerin güvenliği, can ve mallarının korunması). İskânı, hükümetin verdiği talimata uygun olarak yapmayan asker ve sivil halktan 1397 kişi, Savaş mahkemeleri ve normal mahkemeler tarafından sorguya çekilmişler ve suçlu bulunanlar idam cezasına çarptırılarak, cezaları infaz edilmiştir.
1919'dan 1921'e kadar İngilizlerin yetki ve gözetimi altında süren "Malta duruşması",
(tabiri caiz ise, İkinci Dünya savaşı sonrasında kurulan "Nürnberg mahkemelerinin" bir örneği ve benzeridir); yüksek rütbeli 144 Osmanlı söz konusu Ermeni tehciri konusuna ilişkin olarak dâva edilmişlerdi. Müttefiklerin savaş propagandasının hiç biri, söz konusu duruşmayı yürüten mahkeme heyeti tarafından geçerli bulunmadı.
Ne ABD arşivlerinin belgeleri hukukî kanıt olarak değer buldular ne de suç teşkil edecek bir delil bulunabildi. Kanıt olmaması = mahkemenin/duruşmanın gereksizliği anlamına geldi. Dâva edilen Türklerin hepsi de beraat ettiler.
İstanbul, İzmir ve Edirne gibi Türkiye'nin batısında yaşayan Ermenilerin güvenli ve endişesiz bir biçimde yaşamlarını sürdürmeleri, Osmanlının idarî yönetiminde yüksek konumdaki Ermeni memurlarının çalışmalarını devam ettirmeleri; Ermeni sıhhî birliklerinin, transport ve iaşe komandolarının çeşitli cephelerde görev yapmaları da, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilere "soykırım" iddiasını çürütmektedir. Çok sayıda Ermeni asker ,Türk asker arkadaşlarıyla birlikte, omuz omuza savaşmış ve hem Gelibolu'da hem de Sarıkamış'ta yaşamlarını yitirmişlerdir.
20. Yüzyılda yapılan soykırımların birincisinde, Almanya Afrika'nın güneybatısındaki Namibya'lı hereroların kökünü kazımış olanlar, ikincisinde ise Yahudilere soykırım uygulayanlar, herhangi bir kanıt olmadığına göre, Türkiye'yi neye istinaden "soykırım" yapmakla suçluyorlar?
Ayrıca, bu kara kararla,
- Almanya'nın yüzü ağarmayacaktır.
- Almanya'daki Türk düşmanlığı körüklenecektir;
- daha doğmamış Türk çocukları bile şimdiden suçlu ilan edilecektir;
- Almanya, uluslararası barışa katkı yapmamayı tercih etmiş olacaktır.
Bunlara ek olarak bir soru da şudur:
Bu kara karara "evet" diyen Federal Alman Meclisi üyeleri, yukardaki gerçekler ve aşağıdaki öneri üzerinde ciddî kafa yormuşlar mıdır..? Bizce kesinlikle hayır…
Eğer Ermenistan geçmişiyle yüzleşmeden korkmuyorsa, Türk ve Ermeni tarihçilerinden oluşan bir araştırma komisyonu kurulabilir ve bu komisyona, uluslararası başka bir komisyondan, örneğin UNESCO'dan, noter vazifesi yapabilecek tarafsız üyeler de dahil edilebilir.
Eşzamanlı olarak, Türkiye'nin uzun zamandan beri kamuya açtığı arşivler misali, Ermenistan da arşivlerini açmalıdır. (Korkarız ki, Ermeni tarafı en önemli ve kendilerini suçlu duruma düşürecek belgeleri, çoktan "güvence" altına almıştır.)
Ermenistan'ın şoğukkanlı suskunluğu nedeniyle, asıl soru yanıt aramaktadır: Ermeniler, gerçeklerle yüzleşmek için hazır mıdırlar..?
Dursun ATILGAN
Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu
Genel Başkanı |