GERÇEĞİN GÖZÜNÜN İÇİNE BAKMAYA CESARET ETMEK..!
ULUSAL AND ile belirlenmiş ve uluslararası kabûl edilmiş olan sınırlar içerisinde, aynı tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliğini özümsemiş olan TÜRK ULUSU, TÜRKİYE CUMHURİYETİ'nin, ayrım gözetmeksizin tüm yurttaşlarına kanat geren niteliklerinin güvencesinde, barış ve kardeşlik içinde, bağımsız ve özgür olarak birlikte yaşamaktadır.
Bu birlikte yaşamayı olanaklı kılan çok sayıda faktörlerden ikisi de, ATATÜRK'ün, ulusumuzun üst kimliğini belirlerken, "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye Halkı'na Türk Milleti denir" tanımıyla ırkçılığı dışlamış olması ve hukuk temeli üzerine inşa etmiş olduğu devlet katında etnik kimlik, dinsel ve mezhepsel inanç bakımından ayrımcılık gütmeyen lâiklik kültürünü yerleştirmiş olmasıdır. Bu kültür, dindaşlığı değil yurttaşlığı ön planda tutan, son derece insancıl bir kültürdür. (Ne zaman ki bu yoldan sapmalar olmuş ve özellikle din ve mezhep farklılığı ön plana çıkarılmıştır, o zaman insan olanın vicdanını kanatan korkunç olaylar başgöstermiştir.)
Cumhuriyete evlât yetiştiren Türk Ulusu, evlâtlarının, ülkemizin okullarında okurken, fabrikalarında çalışırken, kamusal alanlarında görev yaparken, kardeşçe yaşama eğitimine (terbiyesine) büyük önem verir; iş ve aşın kardeşçe paylaşılmasını; evlenme, barklanma konusunda, etnik kökene ve din, mezhep farklılığına bakmaksızın, etle tırnak misali birlikteliğin güçlendirilmesini besleyici kültürü hem aile içinde hem de kamusal alanda ön planda tutar.
MUSTAFA KEMAL ve KEMALİSTLERİN KURTARDIĞI VE KURDUĞU TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ'nde, İNSANI AMAÇ EDİNEN SİYASETİN ANA HATLARI bu amaç doğrultusunda belirlenmiş ve geliştirilmiştir.
Ancak, ülkemize ve ulusumuza kazandırılmış olan barış ve kardeşlik içinde birlikte yaşama değerleri, 30 yılı aşkın bir süredir yerle bir edilmek istenmekte ve - hayâllerimizdeki cennet kadar – olağanüstü güzel ve nezih olan ülkemiz, tüm insanlık için cehenneme çevrilmek istenmektedir.
10 Ekim 2015'ten beri Barışın Başkenti Ankara'da 3 kez alçakça saldırı yapıldı. 13 Mart 2016'da yapılan son saldırı sonunda 37 yurttaşımız can vermiş ve 120'nin üzerinde yurttaşımız, kimi ağır olmak üzere, yaralanmıştır.
Bu vahşete katlanılamaz…
Peki niçin yapılıyor bu saldırılar? Türkiye'de Kürt kökenli yurttaşlarımıza karşı ırk ayrımcılığı mı yapılmaktadır..?
Bu sorunun yanıtının "HAYIR" olduğunu kavrayabilmek ve anlayabilmek için, önce, insan vicdanını sızlatan ve yakın geçmişte tüm insanlığın tanığı olduğu, uzağımızdaki bir ülkede uygulanmış olan ırk ayrımcılığını, özetle anımsatalım:
Güney Afrika Cumhuriyeti ve Apartheid Siyaseti
Apartheid söz konusu olunca, akla hemen Güney Afrika Cumhuriyeti ve Nelson Mandela ile Steve Biko adları ve gelir. Nelson Mandela yeteri kadar tanındığından, Steve Biko için bir cümleyle şunu belirtmek gerekir:
Asıl adı Stephen Bantu Biko olup, genel olarak Steve Biko olarak bilinirdi; Güney Afrika Cumhuriyeti'nde ırk ayrımına karşı mücadele etmek üzere "Siyah Bilinç Hareketi'ni kurmuştu; 1977'de Apartheid rejimi tarafından öldürüldü.
Apartheid Nedir..?
Aprtheid, Güney Afrika'da, Avrupa kökenli beyaz ırktan azınlığın devlet yönetimini ele geçirerek, devlet eliyle yaptığı ırk ayrımına denir ve en yaygın bir biçimde1948'den 1994'e kadar sürmüştür. Amaç, Afrika kökenli esmer, zeytin renkli ve Asya kökenli (çoğunlukla Hint kökenli) bu insanları aşağılayarak, yönetimden uzak tutmak ve ülke ekonomisini istedikleri biçimde kontrol altına almaktır.
Apartheid, ilk olarak 1917'de (daha sonra başbakan olacak olan) Hollanda kökenli Jan Christiaan Smuts tarafından ortaya atılmış, ne yazıktır ki bu öneri beyaz ırk arasında geniş çapta kabûl görmüş ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nde 4 farklı ırk ve 4 farklı siyaset izlenmesine yol açmıştır: Beyaz, Siyah, Koyu renk ve Melez ırk siyaseti…
Bu insanî olmayan ırk ve renk ayrımcılığı siyasetinin sonucu olarak, farklı ırklar, farklı bölgelerde yaşamaya zorlanmışlardır.
Nüfusun %80'ini siyahîler, %9'unu diğer koyu renkliler, %2,5'uğunu Asyalılar ve %8 kadarını da, İngiliz, Fransız, Hollanda ve Alman kökenli beyazlar, yaygın deyişle Avrupalı Beyazlar oluşturmaktadır…
Şimdi de, Apartheid siyasetinin, günlük yaşamda somut olarak hangi ırkçı uygulamaları içerdiğine özetle bir göz atalım:
- Görünüşü farklı renkteki insanların aynı yerde yaşamaları yasaklanmıştır.
- Beyaz ırka mensup olmayanların beyazların yaşadıkları kentlere, mahallelere girmeleri,
iş sahibi olmaları hatta çalışmaları yasaklanmıştır.
- Özel izin belgesi olmayanların, beyaz azınlığın yaşadığı mahalle, kent ve bölgelere, değil
girmeleri, yaklaşmaları bile yasak edilmiştir.
- Kamusal alanlar, okullar, kiliseler, hastaneler ve akla gelebilecek her türlü, kurum ve
kuruluşlar ırklara göre ayrılmıştır. Beyaz olmayanlar, beyaz ırka ait okullara gidemezler;
beyazlara ait hastanelere giremezler; ibadet yerlerine yaklaşamazlar; beyaz ırka mensup
çocuklarla renkli ırktan ya da melez olanların çocukları birlikte oyun oynayamazlardı.
- Renkli ırktan olanlar, beyazlarla aynı toplu taşıma araçlarını kullanamazlar ve beyazların
şoförlüklerini yapamazlardı. Eğer bir beyaz ırka mensup kişi beyaz şoför bulamazsa, ancak
aracın arka koltuğunda oturmak şartıyla bir siyah taksi şoförü tarafından gideceği yere
götürülmesine izin verilirdi.
- Beyaz olmayanların beyaz ırktan çocuklara öğretmenlik yapması, doktorluk yapması,
yasaktı.
- Beyaz ırk için her türlü kurum ve kuruluşlar en yüksek standardlarda ve konforda yapılırken,
renkli nüfusa ait kurum ve kuruluşlar, en alt düzeyde tutuluyordu.
- Suç işlemiş olan bir beyaza siyah ırktan bir polisin müdahale etmesi yasaktı.
- En önemli ayrımcılıktan birisi de beyaz ırktan olmayanların, bırakınız seçilme hakkını,
seçme hakları bile yoktu…
Tüm bu korkunç olumsuzlukar, "insan hakları savunucusu" Avrupalı beyazlar tarafından yapılıyordu.
Güney Afrika nüfusunun sadece %8'ini oluşturan beyaz azınlık tarafından, Apartheid siyasetinin, nüfusun %92'sine uygulanması, insanlık dışı bir rejimdi. Bu rejimin ırkçı baskısı altında ezilenlerin, Nelson Mandela ve Steve Biko gibi öncüleri ve sözcüleri, şiddete ve teröre başvurmamışlardır.
1994'te Apartheid siyaseti sona erdirilmiştir, Güney Afrika nüfusunun %80'ini oluşturan siyah ırk, seçme ve seçilme hakkını, dolayısıyla da ülkeyi yönetme şansını elde etmiş ve bu korkunç ayrımcılığa karşı mücadele verdiğinden tam 27 yıl hapsanelerde zulüm görmüş olan Nelson Mandela Güney Afrika'nın ilk siyahî başkanı olmuştur. Buna rağmen ve bugün bile, yıllardan beri süren ırkçı siyasetin, baskının, zulmün ve aşağılanmanın izleri henüz tamamen silinememiştir…
Bu ayrımcılığa bugünün Afrikası'nda ve ABD'de bile tanık olunmakta, hatta Avrupa'da hortlatılmış olan ırkçılık parlamentolara yüksek oy oranlarıyla yansımaktadır...
Aslında ABD'deki ırk-renk ayrımcılığına da değinmek gerekirdi. Ama o zaman bu yazı çok uzun olurdu. Yine de "Roots" yani "Kökler" adlı filmi anımsatmak isteriz..!
***
Peki, kendisini parti olarak lanse eden, ancak kanlı terör olaylarıyla, cennet misali ülkemizi insanlarımıza cehennem eden bölücü terör örgütü PKK ve kolları, hangi gerekçeyle insanlık dışı yöntemlere baş vurmaktadır..?
Yukarda sıraladığımız somut örneklerden hangi ayrımcılık yapılmaktadır Türkiye'de..?
Yine yukarda sorduğumuz "Peki niçin?" sorusuna, vicdan rahatlığıyla yanıtımız şudur: Sözünü ettiğimiz ayrımcılıkların hiçbirisi Türkiye'de kesinlikle hiçbir etnisiteye karşı uygulanmamıştır, uygulanamaz…
Eğer, insan yaşamına kasteden tüm bu vahşet dil bahanesiyle işleniyorsa, bunu yapanların, gerçeğin gözünün içine bakmaya cesaret etmeleri gerekir.
Önce, dünyadan bazı örnekler:
Amerika kıtası keşfedilmeden önce de o topraklarda insanlar yaşıyordu ve onların da konuştukları anadilleri vardı. O coğrafyada yaşayanlar, Mayalar, Aztekler, Apaçiler, Çerokiler, İnkalar, Siyular, Navaholar, Yapotekler, Zupkalar ve daha nîce kızılderililerdi. Kanada ve Alaska'da ise Eskimolar yaşıyorlardı.
İngiliz, İspanyol, Portekiz, Hollanda gibi denizcilikte ileri gitmiş olan ülkeler, "Yeni Kıta"'nın keşfinden sonra, o kıtayı paylaşmışlar, orada yaşayan insanları ve ülkeleri egemenlikleri altına aldıktan sonra, kültürlerini tahrip ederek, kendi devletlerini kurmuşlardır.
Bakınız bugün Kuzey Amerika'da (ABD ve Kanada) İngiliz Dili devlet dilidir; Orta ve Güney Amerika ülkelerinden, dönemin Papası'nın buyruğuyla sadece Brezilya'da Portekizce, tüm diğer ülkelerde ise İspanyolca devlet dili olarak belirlenmiştir. Ama, Amerika kıtasının hiçbir ülkesinde dil bahanesiyle terör ve eşkıyalık yoktur.
Avrupa'dan da bir örnek verelim: Lüksemburg, Avrupa Birliği'nin temelini atan 6 ülkeden birisidir. O ülkede Lüksemburg Dili vardır. Ancak, devletle olan ilişkilerde Fransızca geçerli dil kılınmıştır. Orada herhangi bir dil kavgası yoktur.
Ülkemiz TÜRKİYE'de ise, üst kimlik TÜRK kimliğidir ve konuşulan Devlet Dili TÜRKÇE'dir.
Etnik kökenleri farklı olan yurttaşlarımız kendi aralarında kendi lehçeleriyle sohbet etme özgürlüğüne elbette sahiptirler.
Terörün kaynağı olarak gösterilen ve Kürtçe denilen dile gelince, işte şimdi gerçeğin gözünün içine bakmaya cesaret gerekir:
1853'te patlak veren Kırım Savaşı bitince, 1856'da Paris'te yapılan Barış Antlaşması'ndan sonra (*), kendisini dışlanmış hisseden Rusya, özellikle Osmanlı İmparatorluğu bünyesindeki Kürt etnik kökenine mensup insanları, osmanlı'ya karşı kışkırtmak için, Erzurum'a Viladimir Minorski adında bir konsolos atamıştır.
İşte bu Minorski'nin, Avusturyalı Prof. Erich Feigl'ın "Die Kurden" adlı eserinde şöyle dediği yazılıdır: "Tüm ömrümü, 'Kürtçe' denilen dili araştırmakla geçirdim. 'Kürtçe' içinde, Türkçe, Farsça, Arapça, Ermenice, İbranice ve Yunanca'dan alınma çok sözcükler buldum. Yalnızca 164 sözcüğün kökenini bulamadım…"
Demek oluyor ki, "Kürtçe" denilen dil kendine özgü bir dil değildir. Bir de şunu yazıyor Prof. Erich Feigl: "Kürt kökenli olduğunu söyleyenler, Kürtçe dedikleri dil ile değil en iyi bildikleri dili konuşarak anlaşabilmektedirler, o da Türkçe'dir. Bir de, konuşulan çok sayıda lehçe vardır: Yukarı Kurmanci, Aşağı Kurmanci, Sorani, Gorani, Zazaki v.d.!. Bunların birbirini anlaması olanaksızdır…"
Bunların çok sayıda yöresel şiveleri vardır. Bunlardan da örnekler verilirse, kafa karışıklığı daha da yoğunlaşacaktır:
Kurmanci şiveleri: Sancari, Cudikani, Urfi, Botani, Beyazidi, Hakkari, Koceri, Cezire, Akra, Dohuk, Amadiye, Zaho, Surçi, Koçani, Elburzi, Herki, Şikaki…
Sorani şiveleri: Erbili, Pişdari, Hanakini, Kuşnavi, Mukri, Süleymani, Bingirdi, Garrusi, Ardalani, Sanandaji, Varmava, Garmiyani, Cafi…
"Bir zamanlar Mutki Kaymakamı Yusuf Ziya'nın hazırlamış olduğu "Kütçe Sözlük"'te sözcüklerin çoğul ekleri Türkçe'den alınmıştı. Daha sonra Mehmet Emin Bozarslan bu sözlüğü değiştirerek, sözcüklerin çoğul ekini Farrsça'dan almıştır." Bu not da Prof. Erich Feigl'ın kitabında mevcuttur.
Yapay bir dil ve yapay bir "Hayâlistan Devleti" peşinde olanlar ve bunun için Türkiye'yi Ortadoğu bataklığının içine çekmek ve ekonomik bakımdan tahrip etmek için her türlü vasıtaya başvuranlar, 35 yıldır büyük bir sabır örneği gösterenTürk Halkı'nın sabrını taşırmışlardır. (Anımsayınız! İspanya'da ayrılıkçı Bask örgütü bir tek asker ya da bir tek polis katletse, milyonlarca İspanyol derhal sokağa çıkar ve terörü lânetlerdi…)
Sonuç:
MUSTAFA KEMAL ve KEMALİSTLERİN kurduğu TÜRKİYE CUMHURİYETİ'nin asil sahipleri, "YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ" ilkesi doğrultusunda, bağımsız, özgür, birlik-beraberlik ve kardeşlik içinde yaşamayı amaç edinmiş ve büyük devlet olma deneyimini özümsemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne kabileler ne de aşiretler devletidir. Türk ulusu, bu ülkeyi ve bu devleti, bölücü, gerici ve dinci eşkıyaya teslim etmeyecek deneyime, bilince ve kararlılığa sahiptir. Öncelikle de mensuplarının en doğal hakkı olan yaşam hakkına sahip çıkacaktır…
Dursun ATILGAN
Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu
Genel Başkanı
(*): Osmanlı'nın Mısır'a vali olarak atadığı Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın ordularının Osmanlı'ya karşı isyan ederek Kütahya'ya kadar geldiği 1820'li ve 1830'lu yılları da dikkate almak ve konuyu biraz daha açmak gerekirdi. Ancak, yazı oldukça uzun olduğu için, bu konuyu ileri bir tarihte açmanın daha uygun olacağına karar verdim. D.A. |